Eynesil’li MUSTAFA EREN EFENDİ HZ.
Eynesilli Mustafa Eren kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
Ören köyü, Eynesil ilçe merkezinden yürünerek gidilebilecek yakınlıkta, çay, meyve ve fındık bahçelerinin bütün renk cümbüşü ile karıştığı, Karadeniz’e biraz yukarıdan bakan güzel bir köydür. Mustafa Eren Efendi, 28 Ocak 1926’da, bu köyün, eski adıyla “Yağabil” yeni adıyla “Yakuplu” mahallesinde doğmuştur. Babası, Mollahaliloğullarından Molla Mustafa’dır. Sert mizacı ile tanınan Molla Mustafa, Eynesil’de ticaretle meşgul olmuştur.
Ona ilk eğitimini annesi vermiştir. İlköğrenimini ise Eynesil Merkez ilkokulunda tamamlamıştır. Ağabeyi, Dr. Hakkı Eren, ondan daha ileri sınıflarda olmasına rağmen, onunla sık sık müzakereye girdiği, zihni gücünü ispat ettiği nakledilir.
1944 yılında evlenmiş olan Mustafa Eren Efendi, 1946’da Urfa’da askerlik şartlarında nöbetleri sırasında Kur’an’ı ezberlemiştir. Askerliğinin kalan kısmını Trabzon’da tamamlamıştır. Asıl eğitimini askerlik dönüşünde ikmal etmiştir.
Medreselerin kapatılması, müderrislerin çeşitli suçlar isnat edilerek telef edilmeleri ve dini eğitimin yasaklanması gibi tek parti uygulamalarına rağmen; Eynesil’de mukim, son devrin Osmanlı ulemasından Güdükoğlu Hacı Hasan Efendi ve Emekli müftü Kasberzâde Hacı Ahmet Elendi gibi kimselerden temel İslâmi ilimleri tahsil etmeye muvaffak olmuştur.
Eynesil eski müftüsü merhum Mehmet Emecen’in, onunla ilgili bir hatırasını şöyle naklettiği anlatılır: “Ben günlük derslerimi yapmak için, bütün gün çalışırken, Mustafa Eren dükkânda ticaretle meşgul olurken bir taraftan da küçük kâğıtlara notlar tutar; ertesi günü ben dersimi vermekle zor tanırken O, Hacı Ahmet Hocaya gelecek dersler için sorular sorar ve hocayı müşkül durumda bırakırdı.”
Tahsil ile ticareti bir arada yürüten Mustafa Eren Efendinin, 1950de Trabzon’a bir manifatura dükkânı açtığı, ancak arzuladığı ortamı bulamayarak tekrar Eynesil’e döndüğü, 1955 yılına kadar aynı işi burada devam ettirdikten sonra, bu işi oğullarına bırakarak kendisini tasavvufa ve İslâmi çalışmalara verdiği bilinen bir husustur. Ticaretteki dürüst davranışları ve başarısı, halen onu tanıyanlarca takdir ile anlatılır. Böyle olmasına rağmen onun ticareti bırakmasında, hiç şüphesiz içine girdiği maneviyat ikliminin nimetlerini tatmış olması belirleyici olmalıdır.
Onun tasavvufla tanışması önce kitaplar aracılığı ile olmuş olmalıdır. Zira 1950’lı yıllarda bu anlamda bir arayış içindedir. Nitekim bu arayışın bir sonucu olarak, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi ile tanışımadan önce Vakfıkebir’de mukim Kadiri şeyhi Hafız Osman Efendi; Görele’de mukim Halveti şeyhi Hacı Mürsel Efendi gibi maneviyat ehli insanlarla görüşmüştür.
Mustafa Eren Hazretleri, İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Hazretleri ile 1953 yılı mayıs ayında tanışmış ve hayatındaki asıl değişiklik bundan sonra başlamıştır. Bu tanışmayı kimin sağladığını henüz bilemiyoruz, ancak ticaretle meşgul olduğu için mala gittiği İstanbul’da Eyüp Sultan Hazretlerini ziyaret ederek, dua ettiği ve dönüşünde Sivas’a geçtiği, Hacı İsmail Hakkı Efendiye burada intisap ettiği ifade edilmektedir. Bundan önce, herhangi bir yere intisabının olmadığı da bilinen bir husustur. Mustafa Eren Hazretleri’nin bundan sonra manevi hazlar dünyasına ait haller ile zahiri ilimleri gönlünde ve zihninde meze ederek, muhabbet ve rahmani zevk dolu bir hayat yaşadığı bilinmektedir.
Tasavvuf literatüründe geçen manevi hallerin içinde, farklı bir dünya yaşayan ve Allah Teâlâ’ya âşık olmanın verdiği lezzetli iklimde şeyhi İhramcızâde Hazretleri ile dolu dolu tam 16 yıl geçirmiştir. İhramcızâde Hazretlerinin 1969’da Hakk’a yürüyüşü ile de manevi görevine başlamış, kendi irşad halkasını oluşturmuştur.
Mustafa Eren Hazretleri’nin, daha şeyhinin sağlığında ihvan arasında “Hoca Efendi” diye anıldığı, iştirak ettiği sohbetlerde yüksek bir karizma oluşturduğu ve manevi tasarrufunun oldukça taşkın olduğu, o dönemi yaşayan ihvanlar tarafından nakledilmekledir.
Dört defa hacca gitmiş, İmam-ı Azam, Şeyh Şibli, Hasan Basri ve İmam Ali radiyallâhü anhümü, her hac yolculuğunda ziyaret etmeyi ihmal etmemiştir.
Mustafa Eren Hazretleri, 1990 yılında rahatsızlanmıştır. Rahatsızlanmazdan önce, hiç aksatmadan sürdürdüğü “gezerek irşad” faaliyetini durdurmuş ve özel otomobilini de satmıştır. Yakalandığı kanser hastalığı ile ilgili yapılan tedaviler olumlu sonuç vermemiş ve elem verici bir nekahet devrinden sonra, 1991 yılı 22 Temmuz günü Bulancak’ta hastalık döneminde kaldığı bir ihvanının evinde rahmet-i rahmana kavuşmuştur. Vefat ettiği odada, Eynesil ve Örendeki vekalelerde saatlerin 13.55’de durmuş olması da kutsiyetine işarettir.
Manevi özellikleri bakımından çok farklı özelliklere sahip olan Mustafa Efendinin, fiziki bakımdan da diğer insanlardan seçkin olduğu görülür. Uzun boylu, seçkin yapılı ve buğday tenli olduğu bilinmektedir, Etkileyici bakışları, anlaşılır ve kısa konuşma tarzı, güçlü hafızası, derin sezgi gücü ve keskin zekâsı ile hayranlık uyandıran bir yapıya sahiptir.
Giresun/Eynesil ilçesine bildiğimiz üç tane eser bırakmıştır. Bunlardan birisi, Eynesil giriş tarafında bulunan Kubbeli Çeşmedir ve yol tarafında hemen camiînin yanında yer almaktadır, hiçbir mimari proje olmadan yaptırtmıştır. Cennette aynen böyle bir şadırvan gördüğünü belirtmiştir.
Ayrıca Giresun giriş ve çıkışına birer tane büyük camii yaptırtmaya başlamıştır. Bu camiilerde Osmanlı mimarisi kullanılmaktadır ve kesme taşlar ile yapılmaktadır.
Giresun giriş ve çıkışlarına, Osmanlı mimârisi ile kesme taşlar kullanarak iki câmi projesi çizmiştir ve inşâları hâlâ devam etmektedir. Bu camilerin adları Yeşil Câmii ve Sarayburnu Camii`dir. Kabri, Yeşil Camii önünde medfûndur.
Bu iki camii hakkında, Yeşil Camii tamamlandığında Türkiye’nin düzeleceğini, Sarayburnu Camii tamamlandığında Dünyadaki durumların düzeleceğini söylemiştir.
Mehmet Fatsa ‘nın, Mustafa Eren Efendi için yazdıkları ;
” Velayet yolunun pehlivanlarını yetiştirmek pek zor bir iştir malum. İnsan fıtratının zirve güzellikleri ile donanmış, kurbiyetin ve kemâlatın girif bilmecelerini çözmüş ve “sevgiliden” randevu almayı başarmış ender insanlar: Sanki Anzer şerbeti ile beslenerek büyürler, serpilirler. Çok zor iş olsa gerek insan yapılı gül yetiştirmek ki, az rastlanılır onlara.
Karadeniz, sanki Kafdağı’nın eteklerindeki ülke. Hem güzel, hem de biraz yabancı kaldı sanki Anadolu insanına. Karadeniz’in zümrüt güzelliklerini, yeşilin bütün tonlarını ve renk cümbüşünü asırlarca sakladı sanki Karadeniz dağları. Ve fethin iflah edemediği Ortodoks kültürünün içinde adeta mahsur kalmış mü’min gönüller, serinlemek için, doymak için bir himmet kapısı bekledi asırlarca. Seyyid Vakkas ile tanıdığı maneviyat iksirinin, tadımlık değil doyumluk olmasını bekledi hep. Horasan Erenlerini, Ahiyan-ı Rum’u, Bacıyan-ı Rum’u, Alp Erenleri, Yesevî dervişlerini göremedi kendi ikliminde. Uzun yıllar Zangoçların gölgesinde kaldı ezanlar ve sanki ortodoks kültür millileşti.
Yüzyılları alan, karıncalanmış ellerle semaya ulaşan dualar, ind-i İlahi’de yerini bulmuş olmalı ki; Rabbim, Mevlânâ Halid’in gönlüne Anadolu’ya da nazar etmeyi getirdi. Ve Abdullah Mekki görevini alır almaz Diyar-ı Rum’un yolunu tuttu. Verilen işaretle uyarak Erzurum’a sonra Erzincan’a geldi. Buraya yerleşti ve dergâhını kurdu. Mehmet Vehbi (Terzi Baba) Efendi’yi tanıdı. Ona irşad izni verdi ve postnişin nasb edip buralardan ayrıldı. Rivayetler, onun Ordu’nun Korgan (Fizme köyü)’ına da uğradığını naklediyorlar.1 Tam bilemiyoruz ama, bölge insanı duasını almıştı hamdolsun.
Karadeniz’de Halidilik’in miladı böyle başlamıştır. Anadolu’da başka Halidi dergâhları da kuruldu elbet. Kutb-u evliya Es’ad Erbili, Seyyid Abdülhakim Arvasi, Ömer Ziyaeddin Dağıstanî, Alvarlı Efe Hazretleri gibi nice başbuğ veliler Halidilik’in, Anadolu’da kırılan fay hattının köprülüğünü yaptılar. Çok çileler çektiler. Dost ihanetleri gördüler, ama beddua etmediler.2 Abdullah Mekki (Erzincanî)’nin Anadolumuzda “Alemdâr”ı olan bir başka isim de, Çorumlu Pir adıyla bilinen Mustafa Rumî Hazretleri gösterilir. O’nun, ilk akla gelen talebeleri Niksarlı Hacı Ahmet Efendi, Başçiftlikli İnce İmamzâde Hasan Efendi, Tokatlı Mustafa Haki Efendi gibi yıldız isimlerdir.3 Mustafa Haki, İkinci Meşrutiyet Meclisi’nde Ermeni ve Rum ayrılıkçılara karşı verdiği mücadeleleri ile anlatılır. Bir yandan da irşad faaliyetlerini sürdürür Mustafa İsmet Efendi Dergahı’nda. Sivaslı İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Hazretleri, Mustafa Haki’den, Mustafa Taki (Sivaslı/Mebus)’ye intikal eden velâyet ve irşad sancağını emanet almış4; nefsin ve müttefiklerinin zift rengine boyadığı kara gecelerin bir türlü doğmayan seherlerine kadar elinde tutmayı becermiştir. Onun bizim konumuzla ilgili olan yanı önemlidir. Karadeniz bölgesinde Halidilik, olumsuzlukların zirvede olduğu bir dönemde, “sükûtî sohbet” karakterine bürünerek, İhramcızade’nin duaları hürmetine yayılmıştır.
Darendeli Seyyid Osman Hulusi Efendi5, Sivaslı Hafız Hakkı Efendi, Korganlı Mehmet Akkiraz Efendi, Fizmeli Hamid Tarakçı Hoca ve Darendeli Hacı Hasan Akyol6 gibi nice insan güzellerinin yanısıra, Giresun’da da Göreleli Hüseyin Efendi, Çanakçılı Deli Mustafa (Veli) ve Örenli Mustafa Eren Hazretleri de İhramcızade’nin yetiştirdiği “sonsuzluk kervanı” nın ruhanileridir.7 Beldemize teşrif ettiğinde Ali Ramazan Hocamız, kabrini ziyaret edip Fatiha okuduğu Mustafa Eren Hazretleri için “velûd insan” ifadesini kullanmışlardı da, biraz daha dikkatli olma ihtiyacı hissetmiştik. Cennetü’l Bakî’nin sâkinlerinin aramızda olması ne yüce bir lûtuf. Bizim buraları “vatan”laştıran, “İslam”laştıran başka göstergelerimiz çok fazla yok. Örenli Mustafa Efendi’nin, Giresun’un girişine de, çıkışına da birer Osmanlı camisi yapmasının sebeb-i hikmetini daha iyi anlıyoruz şimdi. Örenli Mustafa Efendi, Eynesil’in asil ailelerinden Mollahaliloğularındandır. Son devir Osmanlı ulemasından olan Güdüküğlu Hacı Hasan Efendi ve Müderris Hacı Ahmed Efendi gibi kimselerden Arapça ve diğer İslami ilimleri tahsil etmiş; kısa bir süre ticaretle (Trabzon’da) meşgul olmuş; İhramcızâde ile tanışıp ona intisap edince de kendisini davasına adayarak ticareti oğullarına bırakmıştır.
Yıllarca Anadolu’nun her yanını, Arap ülkelerini gezmiş, iman ve ihsan davasını insanlara anlatmaya, yaşatmaya, bozulan tasavvuf geleneğini düzeltmeye çalışmış olan M. Efendi Hazretleri’nin çok ince ve derinlikli vasıfları vardır. Onun bütün güzellikerini ve menkıbelerini, bölgemizde bıraktığı izleri, bir çırpadı ifade edebilmek mümkün olmamaktadır.
İrşâdında en çok dikkati çeken husus; bir merkez ittihaz edip herkesin oraya gelmesini beklemek yerine, tek tek ihvanlarını, il-ilçe-köy gezerek ziyaret etmesi ve maneviyatlarının yüksek kalmasını sağlamaya çalışmasıdır. Mâneviyat ustalığı ile gerçekleştirdiği “sükûtî sohbet” tarzıyla, bir şehirde ya da bir beldede; Nebiy-i zi şân’ın “Cennet bahçeleri” diye taltif ettiği zikir-sohbet meclislerinde onlarca, yüzlerce gönül eri yetiştirebilmiştir. Meclislerinde manevi lezzetin, dünyalık hiçbir kelam edilmeden, göğüs kafeslerine sığmayacak dereceye geldiğini; buna rağmen onun bu derinliği bir melâmet anlayışı ile belli etmemeye çalıştığını yaşayanlar iyi bilirler.
Mustafa Eren Efendi’nin ne denli tasarruf sahibi olduğunu, dualarının ne kadar bereketli olduğunu, maneviyat semamızdan ayrılınca oluşan zevksiz ve kararmış iklimde anlamak mümkün. O gidince öksüz kalan ihvanlarının bükülen boyunlarını henüz doğrultabilen olmadı. Zümrütleşen semaverlerin imbiğinden akan çayın lezzeti yok artık. Viraneye dönmüş gönüllerin tamirine çalışan ve eski muhabbetli vekale sohbetlerinin, sahra sohbetlerinin hatıralarını yâd etmeye çalışan ihvanlarının, çalışmalarını Rabbim bereketlendirsin. Büyüklerimizin dualarından beldemizi mahrum etmesin. Mustafa Eren Efendi, 22 Temmuz 1991 günü, Bulancak’ta yapımına başladığı Sarayburnu Camii’nin yanında bir ihvanının evinde sevenlerine veda edip sevdiğine kavuştu. Mustafa Efendi, tanıyabildiğim kadarıyla, tam anlamıyla “gül yetiştiren adam”dı. Çok az konuşur, hikmet söylerdi. Küçük ayrıntılarda bile sünnete titizlikle uyardı. Yaylalardan, yüksek tepelerden hoşlanır, ihvanlarıyla sıkça sahra sohbetine çıkardı. Geceleri pek uyuduğu bilinmez; sabahlara kadar ibadetle, tefekkürle meşgul olur, ümmetin kötü vaziyetini düşünür, bu durumu, kalbinin derinliklerinden gelen iniltilerde belli olurdu. İnsanları maddî şöhretleri ile değerlendirmez, toplumun çok değer veridği bazı kimselere o hiç kıymet vermez; bazen en vasıfsız sayılan insanları ziyaret eder, onlarla ilgilenirdi.
Mâlâyani konuşmaz, münakaşadan hoşlanmazdı. İslam mimarisine karşı özel bir ilgi duyardı. Bu konudaki istek ve kabiliyetini, hiçbir mimari projeye zaruret duymadan yaptırdığı çeşme ve camileri, eserleri göstermesi bakımından câlib-i dikkattir.
Halidilik’in prensiplerini, hayat anlayışını ve sünnete, ilme bağlılığını, İslam’ın güzelliklerine susamış bölge insanına gösteren Mustafa Eren Efendi’ye rahmet temenni ederken, onun ve onun gibi hak dostlarının dualarına -şu günlerde özellikle- muhtaç olduğumuzu ifade etmek isterim. ”
Sözlerinden
” Oğlum mehdiyi ne yapacaksınız, siz kalbinizi temizleyin o gelir sizi bulur.”
“Bu tarikata inanır severseniz burası sizi ölümden çeker.”
“Biz çay içtiğimizi unutamıyoruz”
“Ben ihvanımın Allah ile konuşmasını isterim”
“Allah veli kullarını meccanen affeder,amellerini ihvanlarına pay eder.”
“Şeyh olan müritlerinin ruhlarını toplayıp inceleyecek yastığının altına koyup yatacak. Eğer yapamıyorsa onu teslim almasındansa, vursun öldürsün ondan daha az günah işler.”
“İhvan düzelsin, dünyayı düzeltmek zor değil”
“Kıymetinizi bilin, sahabe kıymetindesiniz.”
“Camilerimizde bir taşı olanı Allah yakmayacak.”
“Bu ihvanın rızıklarını da Allah bize verdi. Oğlum siz derviş olun, Allah gökten yağdırır.”
“Nasıl hal sahibidir ki sigara içerde hali bozulmaz.”
“Dersini çek, kendini bekle ömür biter.”
“İhvanın tespihi ve işi.”
“Biz otuz sene daha yanınızdayız, beş yüz senede tesirimiz olacak.”
“Kimi ihvanımız var parasız kalsa ihvanlık yapamaz. Kimisi de parası olsa ihvanlık yapamaz. Para lazım olduğu kadar lazım.”
“Ruh kemale erdiğinde bütün dünyayı kaplar. Bu beden onun başı olur.”
“Oğlum evde oturup Allah demeyle bu iş olmaz. Çay için sohbete devam edin.”
“Oğlum gidin cennete gidersiniz ama benim işime karışmayın. Ben sizi Allahın elinden kurtaramam.”
“Biz Medine-i Münevvere’nin üç yüz bin kişisini temizledik.”
“Bu yolda bozulmadan gidersek Allah bizden hesap sormayacak.”
“Oğlum küpün dibinden yiyin, üstünden değil.”
“Bundan sonra olacak bütün olaylar İslamiyet’in lehine olacak.” (1980)
“Sana fetva verseler dahi kalbine danış.”
” Selavat getirirdim de derdim ki “Ya Resulallah selavatımı duyuyor musun? “Duyuyorum oğlum duyuyorum” buyururdu.”
“Bu çocuk bu tarikata girsin bütün talükatını kurtarır.”
“Şeytan seni tutar yere çalar ancak öldüğün zaman anlarsın.”
“Allahın ne kulları var. Burayı bir duysalar bizleri böyle fırlatır atarlar.”
“Bu verilenleri yaptılar Allaha ulaştılar, bize verdiler biz yaptık. Bizde size veriyoruz.”
“Doğru olan ve namazını kılanın ekmeği yenilir.”
“Oğlum bin sene yaşasan, vazifeleri bir hakkın yapsan sohbete gelmez isen Allahın huzuruna kupkuru gidersin.”
” Biz İstanbul’u biraz gezdik her şey oluşmuş. İsa gelse de bu iş bitse.”
“Şeytanın ve Yahudi’nin el atmadığı yer kalmadı.”
“Kalbinizi temizlersininiz Allah oraya gelir. Sen Allah ile beraber ahirete gidersin sana kimse soru soramaz. Canım Allaha kim soru sorabilir.”
“Şeytan girer kalbine Allah’ı, Peygamberi, Şeyhini inkar ettirir.”
“Oğlum velilik kolay değil. Bir velinin kanadının altında çay içerek gidiniz.”
“Bin tane çürük elma olmaktansa, bir tane sağlam elma olsun ondan iyidir.”
“İmanın nuru, Kop ile Vağuk dağı arasında kaldı”
“Sibirya da bir olay olur sigorta bizde atar, bu milletin yüküyle yüklenenden sohbet beklenmez.”
“Bunların cehennem ile işi yoktur, bunlar büyük günah işlemezler, küçük günahlarını da Allah affeder.”
“Biz bunları tanımazdık bunlar bizi tanımazdı. Allah bizi ervah-ı ezelde beraber yazmış.”
“Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.”
“Allah bunları saçmış insanlarının içerisine biz topluyoruz.”
“Bizim imama ihtiyacımız yoktur, yalnız sigara içmesin.”
“Bu beden çekmez bu yükü. Allah benim yerime birisini koymadan ahiret’e gitmemi istemiyor ama ben Allah ile aramı yapıp gideceğim.”
Eynesilli Hacı Mustafa Eren Hz. (k.s) 1926 – 1991